11 Mart 2011 Cuma

the only one.

Ha bir de;

You may say that I'm a dreamer but I'm not...

Dudağımı ısırdım.

Çook uzun zamanlarda neler olmuyor ki? Yabancılarla tanışmak, tanıdıklarla buluşmak, tanıdıkken yabancılaşmak, yabancıyken tanıdık çıkmak. Bunlar hep küçük hediyeleri hayatın. Belirli dönemlerden geçiriyor her birimizi. 8 farklı notanın ardarda gelmesiyle oluşan oktan gibi farklı dönemleri farklı ses aralıklarıyla yaşatıyor bizlere ki birşeyler oluşturalım diye. Neymiş ki oluşması gereken? Herkes oluşturabilmiş ki dersin? Yok demem ben. Ama onlarda eksik kalmış birşeyler derim. Ve belki eksik diye mutlulardır. Bazı şeyler hakkında ne kadar az bilirsen o kadar mutlu oluyorsun öyle değil mi? Disiplin. Son derece az bulunmakta vücudumda. Önemli değil.

Yaşadığımız yerler bunca büyükken kafalarımızın bu kadar küçük olması çok ironik bence.

Evimde film izlemeyi seviyorum ben çünkü istediğim zaman durdurabiliyorum filmi. Beni düşündürücek bir cümle yazdığında senarist, onu duyduğum anda durup düşünebiliyorum. Hüzünlü sahneler gelirse aniden içerden peçete almaya gidebiliyorum. Anlamını bilmediğim bir kelime olursa sözlükten bakabiliyorum. İnsanlarla konuşurkenken de durdurmak istiyorum o yüzden onları. Belirli kelimeleri vurgularken onları durdurup suratlarındaki ifadeyi incelemek istiyorum. Söylicek söz bulamadığımda durup biraz düşünmek istiyorum. Ya da söylicek çok sözüm olduğunda yine durup biraz düşünmek istiyorum. Ve ben her durdurmak istediğimde zaman aksine hızlanıyor. Hızlı zaman. Nobody likes that.

Aptal zaman demişken mesela neden çay çok sıcakken içilebilme sıcaklığına kavuşması asırlar sürerken tam en süper sıcaklığına gelince buza dönmesi 5 saniyesini filan alır ki?

İkinci sesleri hep daha çok sevmişimdir. Kısıktırlar ama duyulurlar. Sanki istedikleri gibi nefes alabilir gibiler ayrıca. Kendi kendinin patronu olmak gibi bişey. İyi bişey.

Neyse özlemişim bak gine.

Haydi öptüm.
 

Blog Template by YummyLolly.com